Diplomasi Vakfı Yayınları
Türkiye'nin Tanıtım Stratejileri
Türkiye markasının ve imajının ne olduğu, "Türkiye" denildiğinde nasıl çağrışımların, atıfların ve algıların oluştuğu konusu siyasetten topluma, kültürden turizme ve ekonomiye kadar pek çok alanı etkileyen önemli bir konudur. Bütün bu algıların ve imajların nasıl yönetileceği de bir marka yönetimi ve tanıtım stratejisini içermektedir. Sembolik güç unsurlarının potansiyeli, tarihsel ve kültürel derinliği ve yükselen politik, askeri, toplumsal ve kültürel gücüyle Türkiye'nin marka yönetiminin ve tanıtımının nasıl olacağı sorusu da birbiriyle ilişkilidir.
Elinizdeki çalışma disiplinlerarası bir akademik yaklaşımla Türkiye'nin tanıtımı ve imaj yönetimini tartışmaya açmaktadır. Uluslararası ilişkilerden sosyolojiye, iletişimden siyasete kadar pek çok disiplinin birlikte ele almasını gerektiren bu önemli konuda ele alınmış bu eser literatürde bir referans kitap olma iddiasındadır.
Türk Sineması: Türkiye'nin Yumuşak Gücü
Dünyada Türkiye'nin pek çok uluslararası meselede ağırlığı daha da artarken ve yine Batı'nın uluslararası vesayetine karşı önemli meydan okumalarda bulunurken kültürün her bir unsurunun da buna eşlik etmesini beklemek doğal bir beklentidir. Sadece siyasal vesayetten değil, kültürel vesayetten de kurtularak dünyada kültür ve sanatın çeşitli alanlarında ağırlıklı bir aktöre dönüşmesi Türkiye ölçeğinde ve iddiasında bir ülke için olması gerekendir. Devletler ve milletler arası mücadele ve rekabet alanlarında başta sinema olmak üzere kültürün pek çok unsuru da bir göç unsuru olarak kabul edilmektedir. Hollywood örneğinden bilindiği üzere Amerika Birleşik Devletleri kendi sinema endüstrisini yeri geldiğinde, bir silah yeri geldiğinde bir tanıtım platformu, yeri geldiğinde de söylemsel ve küresel kültürel hegemonyasını inşa ettiği ana bir zemin olarak kullanmaktadır. Bu, pek çok başka devlet ve ülke için de çeşitli düzeylerde geçerlidir. Üstelik yine Hollywood başta olmak üzere pek çok Batılı sinema sektöründe Türk ve İslam karşıtlığı ile Türkiye'nin imajına, Türkiye markasına, Türk ve Müslüman kimliklerine yönelik dezenformatif bir itibarsızlaştırma ve kötüleme de yapılmaktadır. Hâl böyleyken Türk sinemasının hem bu Türk ve Türkiye karşıtı dezenformasyona cevap verebilecek güçte, etkide ve nitelikte işler çıkarabilmesi hem de Türkiye'yi tanıtmada ve ulus-markalama bağlamında Türkiye markasına büyük katkı yapması gerekir. Türk sinemasında az sayıdaki örnek dışında hem nitelikli ve uluslararası ölçekte etki uyandıran işler yapılamamakta hem de daha kötüsü Türk filmlerinin önemli bir bölümü Türk ve İslam karşıtı dezenformasyonun bir parçası haline gelebilmektedir. Türkiye karşıtı filmlerinin haricinde de, genel popüler, ticari filmlerde de yukarıdaki Türk karşıtı öğelerin ve Türk milletinin komedi, korku, aksiyon gibi hikâyelerle aşağılanmasına varan bir durumun olduğu söylenebilir. İşte bu hegemonyaya karşı Türkiye'nin tarihini, kültürünü, değerlerini, kimliğini ve inancını hakikatle daha örtüşür bir şekilde, bunlara düşmanlık yapmayan bir anlatıyla yapılan sinema filmleri hem kendi sahiciklerine hem de Türkiye markasına ve Türkiye'nin tanıtımına katkı yapacak bir sinema haline gelebilir. Ancak o zaman Türkiye'nin yumuşak gücü olarak görülebilecek, Türkiye'nin tanıtımına katkı yapabilecek ve gerçekten de "Türk" ismini hak edecek bir sinema sektöründen bahsedilebilir.
Türkiye’nin Yumuşak Gücü: Türk Dizileri
Türk dizi sektörü büyük bir yükselişe geçmiş, önce kendi kültürel hinterlandı diyebileceğimiz Türk dünyası, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslarda büyük rağbet gören dizilere imza atmış sonra da bütün dünyaya dizi ihraç eder hâle gelmiştir. O kadar ki, Türkiye, ABD’den sonra dünyanın en çok dizi ihraç eden ikinci ülkesi konumuna yükselmiştir. Bu, yakın zamana kadar kendi ülkesi dışında bir dizisini veya sinema filmini bile pek duyuramamış bir ülke olan Türkiye için tarihi bir kültürel atılımdır. Türkiye ve dünyada önemli bir olgu hâline gelmiş Türk dizilerinin uluslararası ilişkilerden sosyolojiye, iletişimden siyaset bilimine ve ekonomiye kadar pek çok disiplinin odak noktasında bulunan bir vakıa olarak ele alınmasının zamanı gelmişti. Bugüne kadar Türk dizilerine dair bu iddiaya sahip eserlere pek fazla rastlanmamakta ve literatürde büyük bir boşluk bulunmaktaydı. Bu kitap böyle bir boşluğu doldurma ve önemli bir olguyu pek çok boyutuyla ele alma iddiasıyla yola çıkmış bir akademik çalışmanın ve büyük bir emeğin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Pek çok disiplinden akademisyen ve uzmanın buluştuğu bu çalışma hem literatürde önemli bir referans eser ortaya koymayı hedeflemekte hem de ulusal ve küresel ölçekteki böylesine önemli bir konunun tartışılması için akademik zemin inşâ etmektedir.
Kültürel İktidar
Neden ‘Batılı olmak’ veya ‘Avrupai olmak’ bir övgü çeşididir? Neden dünyada Müslüman olmak adeta açıklanması gereken bir kusurmuş gibi tartışılır? Neden Türkiye’nin entelektüel, akademik ve ekonomik elitleri Batılılaşmışken; yeni kentli, taşralı, yoksul, köylü ve işçi kesimleri muhafazakâr ve millî bir kültürel hayata tutunur? Neden Türkiye’de edebiyattan sanata: medyadan akademyaya kadar kültürel elitlerin önemli bir kısmı kendi halkının kültür ve yaşam tarzına bu derece yabancılaşmıştır? Neden milliyetçi ve muhafazakâr çoğunluk akademisyen, müzisyen, edebiyatçı, sinema oyuncusu yetiştirmekte bu kadar zorlanır? Neden az sayıda yetiştirdikleri de türlü engellerle karşılaşır? Neden Türkiye’nin kültürel ve ekonomik elitleri Batı’ya gittiğinde büyük bir özgüven problemi yaşarken kendi ülkelerinde Batının kültür elçileri olarak kendi halkına ve onun kültürüne, değerlerine son derece hoyrat davranır? Neden tarihinde hiç sömürge olmamakla övünen bir ülke olarak Türkiye kültür hayatını bağımsızlaştırmamış ve demokratikleştirememiştir? Neden Türklere ve Müslümanlara dair olumlu durumlar itibarsızlaştırılır; olumsuzluklar abartılır ve bir tek Türkiye’de yaşanıyormuş gibi düşünülür? Neden muhafazakar milliyetçi kesimler büyük bir özgüven sorunu yaşamaktadır?
İşte bu ve benzeri tartışmalarda genelde polemik dilinden ve hamasetten uzaklaşılamamış; ya bu meseleler yanlış zeminde akademik bir hassasiyetten uzak bir şekilde tartışılmıştır.
Elinizdeki kitap bu tartışmaların artık akademik bir zemin bulmasının zamanının geldiği düşünülerek yapılmış bir akademik müdahale iddiası taşımaktadır.